mardinmardin.net | Taşın ve İnancın Şiiri...

ROJDA: SIRADANLAŞMIŞ IRKÇILIĞIN TAZE KURBANI
Tarih: 23.09.2008 Saat: 05:15
Konu: Mithat Sancar


Taraf gazetesinde fotoğrafı vardı. İncecik bir beden, esmer bir yüz, uzun siyah saçlar, iri gözler. İlk gençliğin eşiğinde güzel bir kız çocuğu; adı Rojda. Yani bir Kürt kızı o. Güneşin doğuşu anlamına geliyor Rojda.

İzmir Aliağa’da bir ilköğretim okuluna gidiyor. Çalışkan ve başarılı bir öğrenci Rojda. Sebebini şöyle anlatıyor Taraf muhabirine: “Biz yoksul insanlarız. Ek ders veya dershaneye gitme lüksüm yok. Bunu bildiğim için de her yıl okulda takdirname alacak kadar çok çalışıyorum.”

Bir kutlama programı hazırlanmış okulda; şiir okuma işi de Rojda’ya düşmüş. Gazeteden öğrendiğimize göre, bu programa katılan kaymakam, şiir okuyacak öğrencinin adının Rojda olduğunu öğrenince programı iptal ettiriyor.

Buna çok üzüldüğünü söylüyor Rojda. Fotoğrafına bakarsanız, o iri gözlerden yayılan derin hüznü fark edersiniz zaten. Biraz vicdanınız varsa, içiniz titrer, boğazınıza bir şeyler çöker.

Kaymakam iddiaları reddediyor. Ama gözler yalan söylemez ki! Hele Rojda’nın gözleri!

On yıllardır süren bir zulmün en pervasız unsurlarından biri de isim yasağı olmuştur bu ülkede. 1972 tarihli “Nüfus Kanunu”nun 16. maddesinde yer alan “milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve adetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar konulamaz” şeklindeki hükmü bu yasağın kaynağı olarak kullanıldı. Kürtçe isim yasağı uygulamaları, bu isimlerin “milli kültürümüze” ve “örf ve adetlerimize” uygun düşmediği gerekçesine dayandırıldı. Çeşitli tarihlerde muhtelif yerlerdeki ilk derece mahkemeleri de isim yasağı anlamına gelen isim değişikliği kararlarını bu gerekçelerle temellendirdi.

Nihayet 2003’te “AB Uyum Yasaları”ndan biriyle 16. madde değiştirildi; “milli kültür” ve örf ve adet” ifadeleri kanundan çıkarıldı. O tarihten sonra, bu tarzdaki “isim yasağı uygulamaları” da çok büyük ölçüde son buldu. Ancak sorun ortadan kalkmadı, biçim değiştirdi. Sevgili dostum Sezgin Tanrıkulu, daha 2006’da, Bilgi Üniversitesi’nde yapılan konferansta, hem de Rojda ismini örnek vererek, bu değişikliğe dikkat çekmiş; isim koymayı reddetme veya konmuş isimleri değiştirme yerine, Kürtçe isim taşıyanlara yönelik ayrımcılığın öne çıkmakta olduğu ve bunun yaygınlaşabileceği uyarısında bulunmuştu. Bu ayrımcılığın açık ya da örtülü amacı da, Kürtleri çocuklarına kendi anadillerinde isim vermekten caydırmak, böylece asimilasyon politikalarının zayıflamasını önlemekti Sezgin’e göre.

Kürt ailelere ve/veya Kürtçe isimli çocuklara sorarsanız, Sezgin’in tespitlerinin ne kadar doğru, uyarılarının da ne kadar haklı olduğunu kolayca öğrenirsiniz. Birçok aile, çocukları sıkıntı yaşamasın diye, çok istedikleri halde onlara Kürtçe isim koymaktan kaçınıyor. Hatta daha önce koydukları Kürtçe isimleri değiştirenler de oluyor ve sayıları hiç de az değil.

Bir de, çifte isimli çocuklar diye acı bir gerçek çıkıyor ortaya: Evde Kürtçe, okulda veya tehlikeli olabilecek diğer ortamlarda Türkçe isim. Murathan Mungan’ın bir şiirindeki ifadeyle, “kendi ülkesinde tebdil gezmek” zorunda olan çocuklar. İsminiz; yani doğar doğmaz kulağınıza fısıldanan, sözcüksüzlüğün o büyülü evreninde geçirdiğiniz bebeklik zamanlarınızda en çok duyduğunuz sözcük, öykünüzün köklerindeki bu büyülü filiz; siz büyüdükçe, yani aslında büyü yavaş yavaş bozuldukça, bir de bakıyorsunuz ki, sizin gittiğiniz her yere sizinle gelemiyormuş. Bunun nasıl bir travma olduğunun kaç kişi farkında acaba?

Sıradanlaşmış bir ırkçılık, kanıksanmış bir ayrımcılıktır burada söz konusu olan. Kürtçe isim taşıyan çocukların abartısız hepsinin hayatlarında en azından bir kere karşılaştıkları bu ırkçılığın ve ayrımcılığın taze kurbanıdır Rojda.

İsim üzerinden gerçekleşen bu uygulamalar, insan haklarının en mahrem noktasına pervasız bir saldırıdır. Zira insan haklarının bütünü; dışarıdan tanımlanmama, özellikle de devlet tarafından şekillendirilmeme, daha da kapsayıcı bir terimle “kendi olma hakkı”nda özetlenebilir. İsim de, kendi olma hakkının; tartışılması, hele de yasaklanması en son akla gelebilecek ya da akla hiç gelmemesi gereken kendiliğinden ve alabildiğine saf parçasıdır. Hangi gerekçeyle olursa olsun, isim hakkına müdahale her bir insanın onur ve değerinin en sıcak kaynağı olan eşsiz öyküsüne kaba bir saldırı, “kendi olma hakkı”na dolaysız ve ağır bir müdahaledir.

Duyarlılıklar konusundaki çifte standardı hatırlatmaktan artık utanıyorum. Oysa “gerçeklik kendini tekrarlamaktan hiç utanmıyor”.

Kürtler, bu ülkenin “olağan ötekileri”dirler. DTP’ye yönelik kapatma davasında hüküm süren kayıtsızlık ve sessizlik bunun tipik örneği değil mi?

Rojda da, o narin duruşuyla, taşlaşmış vicdanlarımıza bunu anlatmaya çalışıyor. Kürtler, bu ülkenin “zencileri”. Sanki Kübalı “zenci” ozan Nicolas Guillen şu dizeleri Rojda’yı düşünerek yazmış:

Bir ad, hiç kuşkusuz!

Biliyor musunuz benim öteki adımı,

bana bu uçsuz bucaksız topraktan gelen,

kanlı ve mahpus adı,

denizi zincirler içinde aşan,

zincirler içinde denizi aşan adımı?

Ah, hatırlamıyorsunuz artık onu!

mithat.sancar@law.ankara.edu.tr / 22 Eylül 2008 Birgün gazetesi





Bu haberin geldigi yer: mardinmardin.net | Taşın ve İnancın Şiiri...
http://www.mardinmardin.net

Bu haber icin adres:
http://www.mardinmardin.net/modules.php?name=News&file=article&sid=96