İçeri Buyrun
· Ana Sayfa
· Eleştiri - Öneri
· Foto Galeri
· Haber Ekle
· Hesabınız
· Konular
· Kısa Yollar
· Mardin Sözlüğü
· Misafir Defteri
· Search
· İçerik
Okumadan Girme
·Sitemiz Hakkında
·İlkelerimiz
·Künyemiz
Kardeş Siteler

Haber Başlıkları
Piyasa Verileri
Şu an bu bloğun içeriği yok.
Yazarlar

Melek Tavus'un Halkı: (Y)ezidiler - Ayşe Hür

Gönderen: editor - 31.12.2007 Saat: 00:00
Konu: Ayşe Hür
Ayşe Hür

Kamuoyunda yanlış biçimde “Şeytana Tapanlar” olarak adlandırılan Ezidilerin inanışları arasında ne şeytana tapmak, ne de kötülüğü sembolize eden şeytan fikri vardır. Dahası, Ezidiler şeytan kelimesini ve buna benzeyen “kaytan”, “şad”, “şer”, “melun” ve “lanet” gibi kelimeleri telaffuz bile etmezler.

Melek Tavus'un Halkı: (Y)ezidiler - Ayşe Hür

Geçtiğimiz aylarda, Kuzey Irak’taki Ninova vilayetine bağlı Kahtaniye ve Adnaniye'yi cehenneme çeviren intihar saldırılarında, en az 400 “Yezidi” ölürken, 350 kişi de yaralandı. Kamuoyunda bilinen adlarıyla Yezidilerin, kendi deyişleriyle Ezidiler Ortadoğu’nun en eski Kürt asıllı halklarından. Dünya yüzünde, büyük bir çoğunluğu Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Cezayir, İran, Gürcistan, Ermenistan (Erivan’ın köylerinde), Rusya (Moskova ve Sibirya’da) olmak üzere yaklaşık 1,5 milyon Yezidi’nin yaşadığı tahmin ediliyor. (Ancak bu sayıyı 500 bine kadar indiren kaynaklar da var.) 1800’lerin başında Osmanlı İmparatorluğu’nun Mezopotamya topraklarında 120 bin, 1900’ların başında 37 bin, 1920’lerin başında Türkiye Cumhuriyeti’nde, ağırlıklı olarak Mardin’in Midyat, Şanlıurfa’nın Viranşehir, Siirt’in Kurtalan, Batman’ın Beşiri, Diyarbakır’ın Bismil ve Çınar ilçeleri ile Hakkari’nin köylerinde 18 bin Ezidi yaşarken, bugün sayıları 500 civarındadır. Bu dramatik düşüşte, II. Abdülhamid’in 1890’lardaki İslamlaştırma politikaları ile İttihat ve Terakki’nin Ermeni politikaları en büyük role sahip. Cumhuriyet dönemindeki azalma ise, malum Türkleştirme politikaları sonucu. Son dönemeci ise, 1985’te PKK’ya karşı korucu olmayı reddettikleri için topraklarına el konularak yerlerinden edilmeleri oluşturuyor. Bugün Türkiyeli Ezidilerin yüzde 99'u Almanya, Belçika ve Fransa'ya dağılmış durumdalar. Bu hafta, Ezidilerin tarihine göz atacağız. Bu yazıyı yazarken, paha biçilmez yardımları dokunan Radikal Gazetesi Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Sayın Ali Topuz’a ve Bilgi Üniversitesi Amed Gökçen’e büyük teşekkür borçluyum.

Yezidi mi, Ezidi mi?

Yezidi adının etimolojisi ile ilgili pek çok iddia vardır. Bazı kaynaklar Ezidi adının “yaratılmış” anlamına gelen Kürtçe “ezda” sözcüğünden geldiğini ileri sürer. Bazıları Fars-Pehlevi inanışında “İyilik tanrısı” için kullanılan iz(e)d, yaz(a)d, yezdan, yazdan sözcükleriyle ilintilendirirler. İslam tarih yazımında ise, Emevi Halifesi Muaviye’nin oğlu Yezid’in soyundan geldikleri sıkça tekrarlanır. Bunun Ezidileri “ötekileştirmek” için yapıldığı anlaşılmaktadır, çünkü bilindiği gibi Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin ve 77 yakını, 10 Ekim 680’de, Yezid’i halife olarak tanımadığı için, Kerbela denilen yerde susuzluğa mahkum edilerek öldürülmüş ve bu olay hala tüm şiddetiyle süren Şii-Sünni çatışmasını başlatmıştır. Her ne kadar, Muaviye’nin oğlu Yezit’le ilişkilendirilmelerine Ezidiler karşı çıkarlarsa da, Sünni Müslümanların yoğun olduğu Halep ve Sincar Dağları civarında güçlü bir Yezid kültü vardır. Buna karşılık Şiilerin daha çok olduğu Dicle’nin Doğu’sunda Ezidiler, Muaviye ve Yezid’in adını pek anmazlar.

Ezidilikten ilk söz eden ilk yazılı kaynak 1597’de yazılmış olan Kürtlerin kroniği olan Şerefname’dir. Ezidilerin bir şekilde düşman olarak gösterildiği kitabın bazı bölümleri eksik olduğu için buradan hikayenin tümü öğrenilemez ancak, Ezidilerin tüm Mezopotamya’ya kan kusturan Moğolların şerrinden, “Aksak” Timur’un ölümüyle (1405) kurtuldukları, Safevi-Osmanlı çatışmasından kazançlı çıkarak 16. yüzyıldan itibaren Diyarbakır’dan Musul ve Halep’e kadar uzanan bölgede bir çeşit otonomi içinde yaşadıkları anlaşılmaktadır.

1655’de Musul’a giden Evliya Çelebi, Ezidileri “Allahsız Araplar ve Kürtler” olarak tanımlar. Bundan yaklaşık 20 yıl sonra Roma’da yayınlanan bir kitapta Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da yaklaşık 200 bin Ezidinin yaşadığı kaydedilir. 18. ve 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, Safevi İmparatorluğu, Rusya ve Avrupalı güçlerin savaş alanına dönüşen Mezopotamya’nın kaotik ortamında hayatta kalmayı başaran Ezidiler, en zor anlarından birini II. Abdülhamid’in İslamlaştırılmaya politikaları yüzünden yaşarlar. Bu tarihler aynı zamanda Protestan misyonerler tarafından Hıristiyanlığa davet edildikleri yıllardır. 1892 Sonbaharında Ömer Vehbi Bey komutasındaki Osmanlı orduları Sincar Dağları civarındaki Ezidilere saldırıya geçerler. Ezidiler, 1893’te eski statülerini tekrar elde ederlerse de zararlarını hiçbir zaman kapatamazlar. Bu da Ezidilerin Batı kamuoyunda popüler olması ise 1913-1958 arasında Ezidilerin hakimi olan Prenses Mayan Hatun’un ve kardeşi İsmail Bey’in İttihatçılar ve Ermenilerle temas halinde geçen ilginç yaşam öyküsü sayesinde olur. (Bu öykü, söz konusu dönemi anlamak açısından eşsiz bir kaynaktır, ancak ne yazık ki yerimiz buna müsait değil.)

Ezidilerin inançları Kitab-ı Cilve (Tecelli Kitabı) ile asılları ile kopyaları yüzlerce yıl önce kaybolan Mushaf-ı Reş (Kara Kitap) adlı iki kutsal kitapta anlatılan yaratılış efsaneleri üzerine kuruludur. Ancak bu kitaplar günümüze kadar ulaşmadığı için, Ezidilik inancı esas olarak gelenekle biçimlenmiş, Irak’ta ya da Ermenistan’da yaşayan Ezidiler için kutsal olanla Türkiye’de yaşayan Ezidiler için kutsal olan farklı olmuştur. (Bu yüzden, bu yazıda ifade edilen pek çok şeye, farklı geleneklerden gelenlerin itiraz etmesi mümkündür. Örneğin Ali Topuz, İran'da yasayan Ehl-i Hak, ya da Yâresan denilen grupla, Türkiye'deki ceşitli Alevi grupları ve Nusayriler hakkında karşılaştırmalı bir okumanın, Ezidiler hakkında daha sahih bir konuşmaya yardımcı olabileceğini düşünüyor.)

İnançlar ve Tabular

Kamuoyunda yanlış biçimde “Şeytana Tapanlar” olarak adlandırılan Ezidilerin inanışları arasında ne şeytana tapmak, ne de kötülüğü sembolize eden şeytan fikri vardır. Dahası, Ezidiler şeytan kelimesini ve buna benzeyen “kaytan”, “şad”, “şer”, “melun” ve “lanet” gibi kelimeleri telaffuz bile etmezler. Ezidilere göre Huda (Yaratan) sırasıyla yarattığı yedi melek aracılığıyla göğü, yeri, insanlığı yarattıktan sonra dünya ile ilgilenmeyi bırakmıştır. Bu andan itibaren Huda’nın iradesinin faal ve yürütücü uzvu, kendisine secde etmediği için Huda’nın önce yanından kovduğu, 7 bin yıl sonra kötülüklerinden arınarak iyi bir melek haline geldiği için bağışladığı Melek Tavus olmuştur. Melek Tavus’un parmağıyla bir çember çizdiği ve "çember içindeki bu halk benim halkımdır" dediği rivayet edilirse de, “bir Ezidinin etrafına bir çember çizildiğinde, çemberi çizen tarafından silininceye kadar çemberden çıkamaması” söylencenin çeşitli versiyonları olduğu bilinmektedir. (Buna benzer bir durum, Ezidilerin mavi renkli giysiler giymemesi ya da marul yememesi gibi tabularla da ilgilidir. Bunların çoğu gelenekle ilgilidir ve bugün uygulanmamaktadır.)

Ezidilikte “öteki dünya” fikri olmadığı için, ödüllendirme de cezalandırma da bu dünyada olur. (Bugün bazı Ezidi büyükleri, bu fikre katılmıyorlar.) Huda’nın yasalarını çiğnemenin kefareti ruh göçü ile ödenir, böylece ruh durmadan arınır. Melek Tavus’un çözülmez bir şekilde Tanrı’ya bağlı olmasıyla tek tanrılı olarak kabul edilebilecek Ezidi inancında, Tanrı ile insan arasında hizmet gören yarı ilahiler var. Bu açıdan Ezidilik, Alevilikle büyük benzerlik gösterir. Antik çağlardan beri tüm gnostik dinlerde benzeri görülen Ezidi kast sisteminin en tepesinde Şeyh Adi’nin soyundan Mala Mira kabilesinden gelen Emir (ya da Mir) bulunur. (E)mirlik babadan oğula geçer Melek Tavus, inananları ile (e)mirler aracılığıyla konuşur ve yardım eder. İkinci sırada Şeyh Adi’nin mezarının da bulunduğu Laleş (Laliş) Tapınağı’ndaki dinsel törenlerden sorumlu olan yaklaşık 300 Şeyh vardır. Adani, Şemsani ve Katani kabilelerinden gelen şeyhler arasından seçilen Şeyh Baba fetva makamıdır. Şeyh Adi’nin ilk müritlerinin geldiği dört kabileden seçilen Pirler, Ezidilere yol gösterirler. Şeyh Adi’nin türbesinin etrafında oturan Kavallar, Bashika ve Bahzani köylerinden gelirler. Kavallar, yılda bir kez köyleri dolaşarak köylülere “Sancak” denilen Melek Tavus heykelini öptürürler ve Laleş’e (Laliş) hacca davet ederler. Bunun dışında Fakirler, Köçekler ve Müritler silsilesi vardır.

Melek Tavus, tunçtan bir kaide üzerinde yükselen ayakları olmayan horoz şeklindeki tunçtan bir heykelle sembolize edilir. “Sancak” denilen bu heykellerin başlangıçta yedi tane olduğu rivayet olunur, ancak bunların ikisi artık yoktur.

Şeyh Adi

Zerdüştlük, Mithraizm, Zorasthriansizm, Musevilik, Müslümanlık (özellikle Alevilik) ve Nasturilikten izler taşıyan “bağdaştırmacı” (senkretik) bir inanç sistemi olan Ezidiliğin ortaya çıkışı ile ilgili söylenceler çeşitli. Zerdüşti Kürtlere bağlı olan cemaat, Adem ve Havva’nın ilk çocuğu olan Şahid bin Cad’ın bir huri ile birlikteliğinden dünyaya geldiklerine, bir insan ve huriden geldikleri için de “asil” olduklarına inanırlar. Bu birleşmeyi sağlayan da Baş Melek Tavus’tur. Bu mitolojiye bakılırsa, Ezidilik dünyanın en eski dinidir. Dinin bugünkü şeklini almasında, 11. yüzyılda yaşamış olan Baalbekli sufi bilgini Şeyh Adi bin Musafir’in (Misafir) çok önemli rolü vardır. Her ne kadar Ezidilik varlığını Melek Tavus’a borçlu olduğunu söylerse de, bir inanç sistemi olarak bugünlere ulaşmasını Şeyh Adi’ye borçludur.

Şeyh Adi bin Musafir, 1075 yılında Lübnan’da Beit Far (bugün Hirbet Kanafar) köyünde, Müslüman bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Şeyh Adi’nin soyunun Emevi Halifesi Mervan bin Hakim’e uzandığı rivayet edilir. Gençliğinde Sufi mistisizminin önemli ismi İmam Gazali’den ders alan Şeyh Adi, bu sırada Kadiri tarikatının kurucusu olan Kürt asıllı Abdülkadir Geylani ile tanışmış, ardından Bağdat’tan Hakkarili Kürt boylarının kontrolünde olan Musul civarındaki Laleş Vadisi’ne göçmüştür. Şeyh Adi, 1116 yılında Abdülkadir Geylani ile birlikte (bazı Ezidi kaynakları, yolculukta kendisine Hallac-ı Mansur’un eşlik ettiğini iddia ederler. Ancak Şeyh Adi ile Hallac-ı Mansur farklı dönemlerde yaşamıştır.) Mekke’ye yaptığı hac ziyareti dışında 1162’de ölümüne kadar kaldığı Laliş’te Ezidi inancını yazıya döken Şeyh Adi’nin yazmalarından yapılan kopyaların Berlin ve Londra’daki kütüphanelerde olduğu sanılmaktadır. Şeyh Adi’nin yeğeni Hasan, gelenekte, Ezidi inanışını yeniden şekillendiren diğer önemli kişi olarak yer alır, Mushaf-ı Reş’i onun yazdığına (yazdırdığına?) inanılır. Kitab-ı Cilve ise Şeyh Adi tarafından yardımcısı Fahreddin’e yazdırılmıştır.

Daha fazla bilgi için: John Guest, Yezidiliğin Tarihi, Avesta 2001; Roger Lescot, Yezidiler/Din Tarih ve Toplumsal Hayat, Cebel, Sincar ve Suriye Yezidileri, Avesta Yayınları, 2001; (Bazı bölümleri eleştirilmekle birlikte) Roger Lescot, Yezidiler/Din Tarih ve Toplumsal Hayat, Cebel, Sincar ve Suriye Yezidileri, Avesta Yayınları, 2001.

EDEBİYATTA (Y)EZİDİLER

Rus yazarı Puşkin, Haziran 1829’da yaptığı Erzurum seyahati sırasında Rus generali Rayevsky’ye rapor verenler arasında kırmızı entarili, siyah başlıklı birini görür. Yolculuk sırasında yanında taşıdığı Papaz Garzoni’nin “Ezidiler Üzerine Notlar” adlı eserinden dolayı bu kişinin bir Ezidi olduğunu anlar. Adamı sorgular ve Ezidilerin Şeytan’a değil Allah’a inandıklarını öğrenir. Puşkin’in bu seyahatini anlattığı Puteşestvie v Arzurum (Türkçe’ye Erzurum Yolculuğu adıyla çevrildi) adlı eserinde, Ezidiler, Muaviye’nin oğlu ile Yezid ile bağlantılı bir mezhep olarak tarif edilir.

Türkçü ideolog Ziya Gökalp, ilk manzum eseri olan Şaki İbrahim Destanı’nda (1908) İttihat ve Terakkicilerin bölgede güvenliği sağlamak için Hamidiye Alayları’nın başına, merkezi Urfa Viranşehir olan Mılli Aşireti’nin reisi olan İbrahim Paşa’yı koymaları, İbrahim Paşa’nın da yanına Yezidi Kürtlerinin o zamanki reisi, yeni İslamiyet’e geçmiş olan Hasan Kanco’yu (Hasenê Qenco) alarak 1905’te Diyarbakır yöresine yaptığı saldırıları anlatır.

Milli Mücadele’den sonra, ülkeye ihanet ettikleri için ülke dışına sürülen 150likler’den biri olan Refik Halit Karay, 1939’da yazdığı Yezidin Kızı romanında, Yezidilik için “bütün dinlerin Rus salatasıdır” der. Oryantalist bir tavırla ele alınmakla birlikte, Ezidiler hakkında gerçeğe çok yakın bilgiler içeren romanın kahramanı Fransa’da yaşayan Türk genci Hikmet Ali, atadan kalma köyünü ziyaret etmek için Marsilya’dan Suriye’ye giderken, gemide Kürtçe konuşan Arjantinli gizemli bir kadınla tanışır. Öykü ilerledikçe, Zeliha’nın Yezidi kavminden olduğu, hatta Yezid’in kızı olduğunu iddia etmesi, kızın gizemi daha da arttırır. Sincar Dağları’nın büyüleyici atmosferinde büyük bir aşk yaşayan Hikmet Ali, Zeliha’nın yanındaki Asuri rahibinden duydukları karşısında büyük bir şaşkınlığa düşecektir.

Şair ve oyun yazarı Murathan Mungan’ın, 1979’da Türkiye İş Bankası Ödülü’nü alan Mahmud ile Yezida adlı hüzünlü aşk hikayesi ise, teknik sorunlarına ve klişelerine rağmen pek çok kişinin Yezidilerin efsanevi yaratıklar değil, hemen yanı başımızda, hatta içimizde yaşayan gerçek kişiler olduğunu keşfetmesine neden olmuştu. Yezidilerle Müslümanlar arasında yaşanan gerilimler, çember inancı hep bu oyunla zihinlere kazınmıştı.

“Güneşe Tapanlar”

Yaşar Kemal’in otobiyografik nitelikteki Kimsecik Üçlemesinde (1980-1994) kahraman Mustafa’nın (Yaşar Kemal) ailesi, I. Dünya Savaşında Rusların Doğu Anadolu’yu işgali sırasında Van’dan Çukurova’ya göçer. Yol boyunca, aile savaşta kimsesiz kalmış binlerce çocukla karşılaşırlar. Mustafa’nın babası, yolda bulduğu yaralı ve kimsesiz bir çocuğu evlat edinir. Ailesi öldürülmüş bu çocuğun Yezidi olması ihtimalinden hareketle, Mustafa Yezidi inançlarını anlatmaya koyulur. Bir Ada Hikayesi dörtlüsünün Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (1998) adlı romanında Sarıkamış bozgununda firar edip Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde köyleri talan eden askerlerden biri olan Abbas’ın hikayesi geri dönüşlerle anlatılır. Abbas başından geçenleri anlatılırken kitaba adını veren Yezidi kırımından, Yezidilikle ilgili inanışlardan bahseder. Yezidilerin günde üç kere, bir sabah gün doğarken, bir kez tam öğleyin, güneş tepedeyken, bir de gün batarken yönlerini güneşe dönüp dualarını okuduklarını belirten kahramanlardan biri “Belki de insan soyunun şimdiye kadar söylediği en güzel dualar bunlardır. Belki de en güzel türküler, en güzel şiirler bu dualardan çıkmıştır. Belki de Mezopotamya’nın bütün destanlarının temelinde bu dualar vardır” der ve “Şu insanoğlunda öylesine bir güç var ki tükenmiyor, çürümüyor, ölmüyor, toprak gibi, ışık gibi, su gibi. Ben Yezidi değilim, ama onların direnme güçlerini, insanlıklarını, dostluklarını seviyorum, onların dirençlerine saygı duyuyorum” diyerek Yezidileri takdir eder.

Sözü geçen eserler: A. S. Puşkin, Erzurum Yolculuğu, TİMAŞ Yayınları, 2003; R. H. Karay, Yezidin Kızı, İnkilap Kitapevi, 1992, M. Mungan, Mahmud ile Yezida, Metis, 2006; Yaşar Kemal, Kimsecik Üçlemesi (Yağmurcuk Kuşu, Kale Kapısı, Kanın Sesi) ve Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, YKB Yayınları, 2004.

Ayşe Hür

(31 Ağus 2007 tarihli AGOS’ta (S.596) yayınlanmıştır.)

 
İlgili Bağlantılar
· Daha fazla Ayşe Hür
· Haber gönderen editor


En çok okunan haber: Ayşe Hür:
Hoşgörü (!) Tarihimizden Bir Yaprak: Süryaniler - Ayşe Hür

Haber Puanlama
Ortalama Puan: 5
Toplam Oy: 2

Mükemmel

Lütfen bu haberi puanlamak için bir saniyenizi ayırın:

Mükemmel
Çok İyi
İyi
İdare Eder
Kötü

Seçenekler

 Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa

"Melek Tavus'un Halkı: (Y)ezidiler - Ayşe Hür" | Hesap Aç/Yarat | 0 yorum
Yorumlar yazarlarına aittir. İçeriklerinden biz sorumlu tutulamayız.

Anonim kullanıcı yorum yazamaz, lütfen kayıt olun
© 2007 mardinmardin.net